Uysallar, meh
izlerken kendimi a101 süzme peynir enayiliğinde hissettiğim
dizi. neden? çünkü sigara, neon ışık, oduncu gömleği, kirli sakal, dövme,
küfür, geçmişi anlatırken trip, aykırı saç, parti, duvara bir pinpon topu gibi
çarpma suretiyle dans ve derin eleştiriler kombinasyonuyla keklendim. ancak
gelin görün ki ne o sorgulamalar gerçekten bir sorgulama ne de karakterler 8
bölüm boyunca izleyicilere derin bir analiz sunuyor. değişimin kendisi yukarıda
saydığım tüm o cool insan imajından çok daha fazlasına tekabül ediyor maalesef.
türk senaristler bunu bir türlü anlayamıyor.
bundan sonrası spoiler mpoiler.
dizinin başında karakterlerin kendi bunalımlarına şahit
olunca çok heyecanlanmıştım. biri yaşlanma korkusundan ve ilgisizlikten
sıyırmıştı. öteki taksitlerinin içinde boğulup kendini kaybetmişti, belki
kendini hiç bulamamıştı. berisindeki ebeveynlerinde gördüğünü taklit ederek
sayko bir tip olup çıkmıştı. aileye alakasız başka biri dünyanın en gıcık proje
patronuydu. başka bir şirket çalışanında paranoya vardı. çok bilmiş küçük bir
kız çocuğu stereotipi klasikti ama rahatsız etmedi.
yardımcı konular arasında beyaz yakalı insanların sikko
yaşamı, erkek arkadaşına maddi olarak bağımlı bir kadının çaresizliği, her şeyi
vatan hainine çeken zihniyet gibi konular vardı. burada gökkuşağı gibi bir
skala görüyoruz. bu nedenle senaryonun üstlendiği görev, görüntü yönetmenin
çıkardığı işte, ışıktan ya da ne bileyim müziklerden çok daha önemliydi. fakat
senaryoya önem vermek yerine, başka şeyler üzerine kafa yorulmuştu ve bu çok
bariz bir şekilde izleyiciye sırıttı.
oktay:
kendiyle ilgili yaptığı eleştiriler izleyici kitlesi
tarafından instagram ya da twitter'da tırnak içinde ve triple yayınlanacak ama
yalnızca bu kadar. herkesten bir araba dolusu laf yiyen ve eskiden her nasılsa
punkçı olan(gerçi nasıl bir punkçıydı bilmiyoruz ve daha kötüsü senaryo
eksikliğinden ötürü hayal bile edemiyoruz) bu adam dizinin sonunda hala aynı
kişi. kostüm giymekle, duvarlara ucuz bira içerek sinek gibi çarpmakla
"yaşıyorum ben hayatı" hissine kapılan ve bundan fazlasını
beklemeyen, aslında punkçı olmak isteyen ve fakat yanından bile geçemeyen bir
karakter.
senaryodaki en büyük analiz eksiklerinden biri bu.
senaristin bize satmaya çalıştığı karakterin ne olduğu belli değil. hikayedeki
yeri belli değil. kurduğu ilişkiler cılız. yaşadığı deneyimler üniversite
hazırlık sınıfı öğrencisi seviyesinde. doğru düzgün iki üç cümle dahi kurmadığı
sözüm ona punkçı arkadaşlarına arabada ağlayıp ben sizin aileniz olamadım diyen
birinin, öz çocuğunun hediyesini açmamasına ya da bunun üzerinde durmamasına
şaşırıyorum mesela. nefret ettiği işine her gün itaat ederek gitmesine ve
dizinin böyle bitmesine de içerliyorum. karşı savunma olarak "bak soyadı
da uysal zaten" gibi bir şey gelecekse gelmemesini tercih ederim, çünkü bu
çok sığ kalıyor.
"dizi zaten uysal insanları anlatıyor" demek için
8 bölümü izlememize gerek yok. bu kadar renkli karakterin bir araya gelmesi
hakkındaki tek yorumumuz buysa zaten senaryo sik gibi demektir.
bu arada saç fırçasıyla playback şarkı söyleyip, fonda
bangır bangır müzik hönkürürken adam dövmek ne alaka? hakikaten soruyorum, bu
sahnelerin yazılış amacı neydi? punkçı ruhunu temsil ediyorsa diye yazıyorum,
bende yarattığı hisler daha çok liseli ruhu oldu.
nil:
songül öden çok başarılı bir oyuncu. çok başarılı bir oyuncu
olduğu için bu boktan senaryoyu makyajlamış ve bize pek çaktırmıyor.
yaşlanma korkusu check
ilgisiz kadının kocayı aldatması check
yalan zinciri check
her suçu kocaya yükleme check
hayatımı mahvettin diyalogları check
o kadar klasik bir karakter ki sonunda hiç değilse kocasıyla
yüzleşmesini için için bekledim. kocasının evden kaçma teşebbüsünü öğrenmesini
bekledim. kocasının onun hakkındaki gerçekleri hiç değilse biraz öğrenmesini
bekledim. ama tek gördüğüm karakterin gençleşmekten ve yalanlarından
vazgeçişini temsil eden bir sahne. aman sikerler havası vermek için de sigaraya
tekrar başlıyor. peki karakterin yolu ne tarafa doğru gidiyor? cevabı
bilmiyoruz, hatta tahmin de yürütemiyoruz. senarist bize detay vermeye tenezzül
etmemiş.
olcay:
sophia'nın götünden koşup onunla evlendikten sonra evliliği
hakkında dahi konuşamayan, sırf fotoğraflarını biri görür diye oğlunun elinden
zarfı zıpzıp kapmaya çalışan biri*. kararlarının arkasında mı belli değil.
oğluyla ilişkisini ne kadar sorguluyor açık değil. ben kötü bir baba mıyım diye
kendine sorduktan sonra oğluna yine it gibi havlayan bir adam. kimseyle
uğraşmak/hesap vermek istemediği için sophia'ya oğlunu bahane ediyor.
bu karakter böyle düz kısacası. ne bir gelişme ne bir detay,
hiçbir şeyi yok. "oktay niye böyle biri oldu?" sorusuna cevap için
var dizide zaten. olur da biri bu soruyu sorarsa senarist "bak
babasına" diyecek ve bitecek. cevap hazır. ben bu karakterin bir mola
sırasında alelacele yazıldığına eminim ama kanıtlayamam.
ege:
bir kızı aylardır takip edip böyle detaylı plan hazırlayan
birinden tabi ki büyük şeyler bekliyoruz. sayko ruhunun altında ne yatıyor
bilmiyoruz. derken öğreniyoruz ki meğer çok basit bir kurgusu varmış. aslında
kimse suçlu değilmiş. her şeyi bilen küçük çocuk klasiği burada yine vücut
buluyor ve buna vesile oluyor. büyük beklentilerle sipariş edilen bir yemeğin
dondurulmuş börek çıkması gibi. ama daha da saçması, intikam almaya çalıştığı
kişinin ege'nin götünde koşması, ona yardım(?) etmeye çalışması ve fakat tek
yaptığının ailesine mektup yazmak olması. birincisi, bu tavır gerçekçi değil.
ikincisi, adresi bulan pekala telefon numarası da bulabilir. böylesine hayati
bir konu hakkında mektup yazmak nedir allah aşkına? kız kafasında olayı öyle
bir romantize etmiş ki ege'nin ona yine kurulup ona takabileceğini düşünemiyor
ve bu kız bir sosyal hizmetler çalışanı. etrafında ful manyak olan biri. olaya
yaklaşımı gerçekten bu mudur ya? saçmalamayın.
berhudar:
oynayan kişi haluk bilginer olmasa kimsenin yüzüne
bakmayacağı bir karakter. ne adamın geçmişi belli ne takıntılarının kökeni
belli. adamı kuşburnu ve aile üzerinden özetlemeye çalışmışlar ve bizim ondan
çok etkilenmemizi bekliyorlar. ama ben nesinden etkileneceğimi bilmiyorum.
hedefi hep ıskalayan bir adamın kendini ıskalamaması desem,
fizik kuralları gereği anlaşılabilir.
saçı boyaymış yıkadı desem, peki boyamasındaki amaç neydi?
ailesi terk etmiş. hmm peki bu adam spesifik olarak ne
yapmış? takıntılı mıydı? belki zihinsel olarak hastaydı? bilmiyoruz detay yok.
o çok önem verdiği hapishane planına ne oldu? hiçbir şey.
yani o kadar kafa sikti ve sonuç yok.
onu savunan bakanlıktan arkadaşları desem, adama misafir evi
dolu diye salladılar belli ki var bir şeyler. ama biz bilmiyoruz.
lan biz bu adamla ilgili hiçbir şey bilmiyoruz. elimize
verilen tek bilgi kuşburnu.
yağmur, mert, suat ve diğerleri:
yardımcı karakter oldukları için çok detay zaten
beklemiyorum. temsil ettikleri şey de idare eder işte. yardımcı karakterler
genelde sırıtmaya çok müsait olurlar ama punkçı çift hariç buradaki oyuncu
seçimleri oldukça başarılı olmuş. hatta keşke daha fazla izleseydik diyorum.
senaryo almış başını gitmiş zaten, biraz kafa dağıtırdık.
son bir şey ekleyeyim. bu diziyi anlamak içi 35 yaş ve üzeri olmamız gerektiğini iddia eden bazı yorumlara denk geldim. bu idrakin yaştan bağımsız olduğunu düşünen birisi olarak, hayatımızda yaptığımız tercihlerin de bizler ölene kadar bir sonunun gelmediğini düşünüyorum. 37 yaşında olduğumuz için artık tercihlerimizi yaptık gibi bir şey yok bana kalırsa. hayat bir akış ve biz yaşadığımız her gün aslında tercihler yapmaya devam ediyoruz. rutin bir hayatımız varsa da tercih. kaosun içindeysek de bir tercih. mecburiyeti ve çevresel koşulları bu konuya dahil edersek işler karışacak ama ben mecburiyetlerimizi de bazen bahane olarak kullandığımızı düşünüyorum. ileride bu fikrim değişir mi? bilmem.
not: bu yazıyı önce ekşi sözlükte yazdım. o yüzden cümle başları küçük harfle başlıyor.






Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil