Neden yazamıyorum? Part 2 (Louise Hay'den gelen sihir)
Selam. Bugün yazının ikinci kısmından devam edelim. Nerede kalmıştık? (Girizgahtaki hızım yalnız, kafa attım mübarek :d)
Bazı sorunlarımdan söz edip içinize gri bulutlar tıktıktan sonra "Ama bunlarla ilgili boş durmadım, bir şeyler yaptım" demiştim. Şimdi biraz o kısımlara girelim. Peki hayatımın bu "artık çözüm bulmam gerek" dönemi nasıl başladı?
Louise Hay - Düşünce Gücüyle Tedavi
Bir o yana bir bu yana poşet gibi savrulduğum günlerden birinde, bir blog sitesinin bir blog yazısındaki bir kitap tavsiyesi köşesinde, Louise Hay'in Düşünce Gücüyle Tedavi kitabını gördüm. Korkunç kapaklı bu kitabı (bkz aşağıda) önce hiç ciddiye alamadım. Aman dedim, kesin zıttırık bir kitap. Ama gariptir, sayfayı kapatmadım da. Altına yazılmış yorumu okudum. Şuna benzer bir şey diyordu: "Bu kitap benim mentörüm. Hayatım ne zaman karışsa ya da rehberliğe ihtiyaç duysam evin içinde bana kitabımı getirin diye bağırıyorum. Hemen bu kitabı getiriyorlar." Yorumu okuduktan sonra hepten merak ettim, neymiş bu kitap böyle? O zamanlar kişisel gelişim kitaplarına da pek ilgim yok ama içime merak kurdu düşmüştü bir kere. Ben de kendimce şöyle bir oyun oynamaya karar verdim: Bu kitabı alacağım ama önce evrenden bir işaret istiyorum. İşaret olarak kendime uranüs gezegenini seçtim. Şaka değil, bayağı bildiğiniz uranüs. Dedim ki "Eğer karşıma uranüsle ilgili bir şey çıkarsa, herhangi bir şey, bir fotoğraf, bir yazı, bir tweet, bu kitabı alıp okuyacağım. Aklımdan bu düşünceyi geçirdim ve sayfayı kapatıp hayatıma devam ettim.
Bir hafta sonu, o zamanlar hala İstanbulda yaşıyorum. Dışarıda kuvvetli sağanak yağış var. Bir yerden dönüyorum ama nereden hatırlamıyorum. Akşam olmuş, metrobüsteyim. Bu arada benimle ilgili bilmeniz gereken bir şey var.
İki gözüm de üç buçuk derece miyop ve gözlüğümü tam ON ÜÇ yıl boyunca yalnızca çalışırken, evdeyken ya da dışarıda çok acil bir işim varsa taktım. On üç yıl boyunca çoğunlukla dışarıda hiçbir şey görmedim. Tanıdık biri bana selam verdiğinde selamını al(a)madım. Otobüsler dibime gelene kadar nereye gittiklerini anlayamadım. Yolları hep karıştırdım. Eşimden, ailemden, arkadaşlarımdan azar işittim. Herkes "Nasıl ya?!!!" diyordu. "NASIL GÖRÜYORSUN?" Şoke olmuş bir halde, pörtlek gözlerle yüzüme bakıyorlardı. "Alışığım ya hehe" deyip geçiştirdim hep. Ne zaman ki Almanya'ya taşındım, gözlük takmamak için verdiğim savaşı bıraktım. İşler ciddileşmişti, bu sefer gerçekten GÖRMEM lazımdı, anlıyor musunuz? Elin memleketinde görmem şarttı. Lense de hep üşendim bu arada. Şimdi alış et ohoo bir ton süreç diyerek öteledim durdum. Her neyse, bilginin sonuna geldik.
Metrobüsteyim. Cam kenarında oturuyorum. O gün hem çok yağışlı olduğu için(yağmur damlalarından dışarısı gözükmediğinden nerede olduğumu anlamam daha da zorlaşmıştı) hem de etraftaki ışıklar biraz başımı ağrıttığından normalde hiç takmadığım gözlüklerimi takmaya karar verdim. Gözlüklerimi taktım, ardından kafamı gayri ihtiyari hafifçe yukarı kaldırdım. Derken, yağmur damlaları metrobüsün camını sertçe dövdüğü sırada kocaman harflerle lacivert renkte yazılmış o dev otel tabelasını gördüm: URANÜS OTEL.
Büyük punto Uranüs Otel yazıyordu. Hem de lacivert. Hem de tam gözlüklerimi taktığım sırada gördüm! Yalan yok, ağzım açık kalmıştı. Bunu beklemiyordum. En fazla Nasa Instagramdan Uranüs fotoğrafı paylaşır diyordum. Bu sahne bir süre gözümün önünden gitmedi. Zaten çok geçmeden de söz verdiğim gibi kitabı sipariş ettim. Kısa süre içerisinde geldi. Artık onu okumaya hazırdım.
Ya da ben öyle sanıyordum. Çünkü kitabın daha dördüncü sayfasında "off bu ne biçim kitap" dedim ve kitabı fırlattım. Ama sonra ne oldu biliyor musunuz? Neden bu kadar sinirimi bozduğunu düşündüm. Resmen yazılanlara sinirlenmiştim. Niye bu kadar öfkelenmiştim ki?
Biraz sakinleşince kitabı yine elime aldım ve "Bu sefer ne olursa olsun, ne düşünürsem düşüneyim sonuna kadar okuyacağım" dedim. Okudum da. Hatta yetmedi, ikinci kere okudum. Sonra üçüncü kere okumaya girişip bu sefer yarıda bıraktım fakat nihayetinde şunu idrak ettim: Düşüncelerimiz, inançlarımız, yaşadığımız hayat, yaşayacağımız hayat, çevremizdeki insanlar... Aslında hepsi birbiriyle gerçekten bağlantılı. Bu kitap yaşamamı değiştirmedi. Bana sihirli bir formül öğretmedi. Ama ağzımdan nasıl kelimelerin çıktığına kulak vermemi sağladı. O kelimelerin hangi düşüncelerimden aktığına dikkatimi çekti. Nasıl inançlar taşıdığımı fark etmeme yardımcı oldu. Başkalarının da tıpkı benim gibi hata yapabileceğini gösterdi. Çevremi daha derinden gözlemlememe vesile oldu. Kısacası güzel bir "kendimi tanıyorum- başlangıç seviye" öğretmeni oldu. Elbette çok yakınlarıma bu kitabı önerdim. Hatta ilk başlarda o anki "yeni bir şey keşfettim" heyecanıyla insanların kafasının etini yiyordum. Biraz geç oldu ama sakinleşince şunu fark ettim: Kimseye zorla bir şeyi yaptıramazsınız. Yüzmek istemeyene okyanus çok güzel deseniz de nafile. O yüzden kimi yakınlarıma aynı kitaptan satın alıp hediye ettim ama hepsi bu kadar. Okudun mu? Nasıl buldun? Hangi ödevleri yaptın? vb. sorularla kimseyi darlamadım (zor oldu xd). Çünkü benim gördüğümü başkalarının da tıpatıp aynı şekilde görme zorunluluğu yoktu. Bunu idrak edince başkalarını darlama işini saldım.
Ekşide Louise Hay hakkında yazılanları psikopat gibi okuduğum dönemde, bir yazarın entry'sine denk gelmiştim. O da benimkine benzer deneyimler yaşamıştı, hayatı gözle görülür şekilde iyileşmişti. Yine de bir cümlesi vardı ki okur okumaz hafızama kazındı. Demişti ki "Evet hayatınız değişiyor ama maalesef yeterli değil. Kesin çözüm için daha derine inmeniz lazım, yoksa bir yerde eksiklik olduğunu fark ediyorsunuz". O zamanlar bu cümleyi anlamamıştım. Kendimce denediğim ve tutan bazı taktiklerim vardı ve hayatım bayağı yolunda gidiyordu. Kötü hiçbir şey düşünmüyordum ya da düşünmeyi reddediyordum. Hep pembe bir pıtırcık(iğrenç) olarak kalmaya çalışıyordum. İşi abartıp bir keresinde şöyle bir şey bile denedim:
Eski iş yerimde öğle yemeklerini hep ofise söylerdik. Düzenli ev yemekleri siparişi verdiğimiz bir yer vardı. Bize günün menüsünü yollarlardı, biz içlerinden seçer, onlara söylerdik. Onlar da paketleyip ofise getirirdi. İşletme sahibi aşçısını değiştirdiğinden beri işleri çok tıkırında gidiyordu. Müşteriler öğle yemeği zamanı gelince antilop görmüş aslana bağladıkları için bizim yemekler ofise hep geç gelirdi. Ben de bakalım ne kadar işe yarayacak bu düşünce kontrolü deyip bir gün iş arkadaşıma dedim ki "Bugün yemekler saat tam on ikide gelecek". Nasıl geliyor? diye sordu. "Bizim yemekler asla saat tam on iki de gelmez". Ben de "Gelecek, görürsün" dedim. On ikiye yarım saat kala yemeklerin erken geldiğini kafamda kurmaya başladım. İşte yemek erken geliyor, biz aa bugün erken geldi deyip şaşırıyoruz, sonra haklı çıkmanın verdiği sevinçle bir güzel yemeğimi yiyorum. Böyle zincirlemesine kafamda kuruyorum da kuruyorum. Bir yandan da işe yaramazsa ne yapacağım, demek ki sistem -benim gibi spiritüel konulara ekstra ilgili biri için bile- çok da iyi çalışmıyor, başka bir şey bulmam gerekebilir filan diye aklımdan geçiriyorum. Ama işin bu kısmına fazla odaklanmıyorum tabii. Daha çok; gelecek, geliyor, gelmektedir, geleyazıyor diye kurguluyorum.
Neyse, saat on ikiye bir (1) kala hala ne gelen vardı ne de giden. Azıcık üzülecek gibi olmuştum ki saat tam on ikide ofisin kapısı çaldı. YEMEK!! diye düşündüm hemen. İş arkadaşım ağzı açık bir halde kapıyı açtı ve gerçekten yemek gelmişti. Voila! Kalbim güm güm çarpıyordu. İşe yaramıştı.
Bu ve buna benzer birkaç şey daha denedim ve gerçekten de makul şeylerin hepsi oldu. Ne var ki bu bir süper güç gibi değildi. Belli konularda çatır çatır çalışıyordu, doğru. Ama hala eksik hissettiriyordu, hala yeri gelince tetikleniyordunuz, hala bazı şeylerden kaçmanız mümkün değildi, hala ışığı bekleyen karanlık yerleriniz vardı. Tıpkı o ekşi sözlük yazarının dediği gibi biraz daha derine inmeniz gerekiyordu.
"Sen hazır olunca öğretmen gelir" derler. Benim çok sevdiğim bir cümle bu. Hayatımın bir döneminde Louise Hay benim öğretmenimdi. Kendimi tanıma sürecimdeki ilk rehberimdi. Bana önce düşüncelerime bakmayı öğreten kişiydi. Şimdi başka bir öğretmen gerekiyordu. Beni bir üst seviyeye çıkaracak başka bir dönüm noktası lazımdı. Hayatın içindeyken bunu fark etmesi kolay olmuyor ama hayat sizi çaktırmadan yeni bir döneme doğru sürüklüyor.
Bir sonraki bölümde yeni dönemden, ikinci öğretmenimden bahsedeceğim.
Sevgiler <3
B.


merhaba,
YanıtlaSilekşi'de sevdiğim ve sık sık yazan bir yazarın (shinigami ryuk) takipledikleri yazarlara bakıyordum. amacım takip edecek yeni yazarlar keşfetmekti. bu ara işsiz kaldığım için bilgisayar başında çokça vakit geçiriyorum ve bu vaktin de büyük kısmını ekşi alıyor.
herneyse, kısacası sizi o şekilde keşfettim. ekşi sözlük profilinizden buraya kadar geldim. neden yazamıyorum 1'i okudum, oradan 2'yi okudum. ama siz bu son postu yazalı çokça zaman geçmiş. "3. bölüm nerede" diye darlamak amacıyla yazıyorum yorumu da, hehe.
evet, 3. bölüm nerede kaldııı acabaa?