Üşengeçlik bir çukur olsaydı ona kürek verirdim
Uzun zamandır kafamda başta minik, şimdiyse Ağır Yaşamlar'a çıksa doktor Nowzaradan tarafından sözlü lince nefessiz maruz bırakılacak kadar devasa bir gerçeği yüzüme yüzüme vurmak vardı. Bugüne ve bu ana kadar işime asla gelmediği için konuyu iteleme uzmanı kesilmiş, kafamı bira çeşitlerinden tut, gökyüzünde bulutları ne asılı tutuyor acaba'ya kadarki geniş bir skalayla meşgul tutmuştum. Sonra çekik gözlü, Asya'da hareket eden her bir canlıyı yeme yeminli Çinliler ömrümde yeme fikrinin asla aklıma gelmediği yarasayı tavuk kanat gibi kemiğine kadar mideye hüpletti. Böylece bambaşka bir ülkenin alakasız bir şehrinde yaşam mücadelesi veren beni evde kıç üstü, izole bir halde oturtmayı başardı. Şu sıralar morbid obez seviyesine ulaşmış bu gerçek tüm bedenimi dinlenip dinlenip dövüyor. Kendisini tanımlamak tek bir kelimeye sığar(başlığa sığdı). Ancak ardından sıfatlar, benzetmeler ve cümleler gerekli. Çünkü esaslı bir üşengeç olmayı anlatabilmek ve okuyanı ikna edebilmek böyle mümkün . Oysa bir zamanlar üşengeç olmamayı sadece hedeflere ilerlerken safi elzem görür, gerisini çayırlara salıp gönül yaylarımı gevşek gevşek tutardım . At gözlüklerimle mutluydum, anlıyor musunuz? Sonra büyüdüm. Büyüdük. Aydınlandık.
Aynı böyle
Meğer ben anam, ev arkadaşım, erkek arkadaşım olmadan söz konusu yemek olunca hiçbir şeyi düzgün ve gerektiği gibi yapamıyormuşum. Daha doğrusu yapmıyormuşum. Böyle beceriksizlikten bir kenara fırlatıp atmak değil; bahsettiğim köküne kadar erinme, has prensiple bu duruşa sahip çıkma, akabinde üç gün üst üste akşam yemeğinde fonda cartoon kanalı açık vaziyette kara şimşek yeme. Sonraki evre bu cümleleri fiilen bir süre yaşayıp (ki ilk başta yanlışlıkla yalayıp* yazdım) kabullenme ve telefonun ucundan size -halinize belki acıdıklarından, belki sevgilerinden, belki ikisi birden- seslenen, anoreksik aklınıza fikirler sokmaya çalışan insanların varlığıyla kabullenmemeye zorlanma. Mesela en son kek yapmak üç ay önce mi ne içimden gelmişti benim. Onda da sabırsızlıktan fırından erken çıkarmıştım. Yine de yiyenler çok güzel olmuş diyecek kadar naiftiler. Sanırım portakallı olması işi kolaylaştırdı. O günden beri de daha yeltenmedim. Ama her şeye rağmen, kendime bile, bana "Yaparak öğrenirsin" demeye ve yolun ortasında istop etmiş arabaymışım gibi arkamdan itelemeye devam eden insanlar hep oldu. En başta annem. O da ben hap kadarken beni asla mutfağa sokmadığı için büyüyünce böyle olduğumu düşündüğündendir belki, bilmiyorum. Çünkü mutfak tezgahını yarmış, sayısız çorba yakmış, yemekleri ısıtıp ısıtıp sofraya koyana kadar buz etmiş, tost makinesini yıkayıp bozmuş ve pudinglerin dibini istisnasız tutturmuştum. Haksız sayılmazdı ve ben ne zaman şunu yapalım mı desem hemen sen dur ben yaparım derdi ahahajahashs.
Salona yollan kızım, ciddiyim
Sanırım buna fazla alışmışım ve benim kolum, bacağım olmuş. Tek yaşamak bu kol ve bacaktan kurtulmak, yerine yenisini koymak demekmiş. Üst üste kurabiye yapan insan görünce şaşırmamak, "Çok sert pişmiş yarın yeniden yaparım", "Sen alt tarafı tencereye koyuyorsun, onlar kendi oluyor" cümlelerini işitince afallamamakmış. Aç karna hemen sipariş vermemekmiş. Sarma sarmakmış. Evet, sardım(iki günümü aldı :') ).
Özetle benim bunlara afallamamın, erinmemin, inanamıyor oluşumun iki nedeni olabilirdi: Ya bu insanlar motivasyon için mutfağa giriş öncesinde doping niyetine şeker ya da bonibon emiyorlar ve bana söylemiyordı ya da ben üşengeçtim ve üşengeçlik bir çukur olsaydı daha derine inebilmesi için ona kürek verirdim.
Yazan ben ve bunu okuyan sizler cevabın hangisi olduğunu biliyoruz. Umuyorum ki bir sonraki yazımda, herhangi bir paragrafın herhangi bir cümlesinde benim bunu aştığımı hep birlikte okuruz. Ben kendi yaptığım hindiyi yerim. Sizler erinmez, enerjik halinizle yeni tarifler denersiniz. Hepimiz mutlu oluruz. Bu mutluluk taşar ve bardaklara koyarız. Sonra o bardakları kalbimizdekiler içer.
Sevgiler



Yorumlar
Yorum Gönder